Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
TC. LEFKOŞA BÜYÜKELÇİLİĞİ
TC. LEFKOŞA BÜYÜKELÇİLİĞİ
Anavatanımız Türkiye'ye geçmişi unutarak uzatılan dilleri, söylenen sözleri duydukça 20 Temmuz 1974 Cumartesi günü Mutlu barış harekatı olmasaydı, geleceğimiz ne olurdu diye düşünmekten de kendimi alamıyorum
27 Temmuz 2014, 14:27

Çocukluğumun bir bölümü de Lefkoşa'da geçmişti.

Köşklüçiftlik'te o dönemdeki adı ile Doros Sokakta (Sabri Kazmaoğlu Sokak) tek katlı bir evde oturuyorduk.

50'li yılların ortalarında Türkiye Cumhuriyeti'nin Kıbrıs adasındaki diplomatik misyonu Konsolosluk muydu yoksa Büyükelçilik miydi tam olarak hatırlamıyorum. Sanırım ilk Büyükelçi Sayın Vecdi Türel 1959 yılının başlarında Büyükelçilik görevine atanana kadar diplomatik misyon Konsolosluk seviyesindeydi.

image

O dönemde Konsolosluk binası, Ledra ışıklarının köşesindeki sarı taştan yapılmış, geleneksel Kıbrıs Türk ve Osmanlı mimarisini yansıtan güzel bir binadaydı. Damında da benim her zaman dikkatimi çeken çok kocaman ve çok uzun bir anten bulunmaktaydı. Giriş kapısının önünde de her zaman nazlı nazlı dalgalanan Türk bayrağı asılıydı.

Sabahları bisikletimle okula giderken, yolumu değiştirir, o yıllarda bugünkü Meclis binamızın yanı kapısının tam karşısında yer alan Blacky'nin bakkal dükkanı önünden geçip Girne kapısından okula gitmek yerine, Ledra ışıklarından surlar içine girip, daracık Kanlı Mescit sokaktan mahkemelerin önüne çıkar, Mecidiye sokağına girer, rahmetlik Afif Mapolar'ın sol taraftaki, rahmetlik Kemal Deniz'in de sağ köşede yer alan kitapevlerinin arasından geçerek ara sokaklardan kestirmeden Selimiye Camisi'nin yanında yer alan okuluma giderdim.

image

Yol değiştirmemdeki amaç Konsolosluk binasının önündeki Türk bayrağına bakıp selam durmaktı. Aynen son haftalarda televizyonda gösterilen THY'nin Iğdır Havaalanı ile ilgili reklam filminde inişe geçen uçağa selam duran küçük Iğdırlı çocuk gibi selam dururdum Türk Bayrağına, bisikletimin üstünde Konsolosluk binasının önünden geçerken. Sol elimle dümeni tutar, sağ elimle de selam verirdim bayrak sağ tarafımda olduğu için. Dönüşte de bu sefer sağ elimle dümeni tutar, sol elimle de selam verirdim Türk Bayrağına. Bana göre bayrak ne taraftaysa o elle selam verilmeliydi Türk Bayrağına, aksi bayrağa saygısızlık olurdu....

Bir keresinde büyük bir ciddiyetle Türk bayrağına selam dururken, yolda yürümekte olan çarşaflı bir kadına arkadan çarpmış, yer düşmüştüm. Ayağa kalkmaya çalışırken de güzel bir dayak yemiştim. Bir başka seferinde de nasıl olduysa, bir arabaya yandan çarpmış, gene dayak yemiştim. Arabanın sahibi beni babama govcaladığından (müzevirlik edip konuyu aktardığından) rahmetlik babamdan da bir azar, arkasından da uzun bir nasihat işitmiştim, dayağa ilaveten.

Blacky benim favori bakkalımdı. Onun raflarında benim ellerimden daha da büyük boyda olan KitKat'lar vardı. Günlük yarım şilinlik (beş kuruş) cep harçlığımın iki kuruşu hep ona giderdi. Geri kalanla da  iki dilim çörek ve bir dilim de peynir alır yerdim okulda ders arasında. Bazen paramı iki gün üst üste biriktirir, mahkemelerin önündeki kaldırımda duran sandviççiden peynirli bolibifli (kutu eti) sandviç alır büyük bir keyifle yer, yanında da bol naneli bir de ayran içerdim.

T.C. Büyükelçiliği ile ilk kez tanışmam 1959 yılında oldu. Çok merak ediyordum o görkemli binanın içinde nelerin olduğunu ve kimlerin çalıştığını. Türk askeri var mıydı içerde diye selam verirken dört gözle bakardım binaya.

Bir bayram günü babam beni elimden tuttu ve T.C.Büyükelçiliğine götürdü. Ne bayramıydı veya da neyin kutlamasıydı hiç hatırlamıyorum ama benim gibi bayramlıklarını giymiş kızlı erkeli bir çok çocuk vardı orada

Bir bayram günü babam beni elimden tuttu ve T.C.Büyükelçiliğine götürdü. Ne bayramıydı veya da neyin kutlamasıydı hiç hatırlamıyorum ama benim gibi bayramlıklarını giymiş kızlı erkeli bir çok çocuk vardı orada. Çok güzel bir gün yaşadığımı, kekler, pastalar yiyip kola içtiğimi ve oyunlar oynadığımızı hatırlıyorum sadece.

Mutlu, çok hoş ve olağan dışı güzellikte bir gün yaşamıştım o gün. Üstelik bir de üniformalı Türk askeri görmüş, çekine çekine konuşmuştum kendisiyle, hatta dokunmuştum ona. Nasıl bir mutluluk duymuştum o an, inanılmazdı. Hem Türk bayrağı, hem de Türk askeri, bir aradaydı o gün.

Uzun müddet o anının coşkusuyla yaşamıştım. Artık T.C. Büyükelçiliğinin önünden geçerken içeride üniformalı bir Türk askeri olduğunu bildiğimden daha da ciddi selam veriyordum Türk bayrağına.

Rumların bize saldırdığı o kötü günlerde, gettolara sıkıştırıldığımız o soykırım yıllarında T.C. Büyükelçiliği, Türk Alayı ve Anavatan Türkiye'miz tüm kuruluşları ile birlikte hep yanımızdaydı. Türkiye Kızılayı'nın yıllarca bıkmadan usanmadan gönderdiği yiyecekler ve giyecekler hepimizi hem doyurdu hem de giydirdi, aç kalmamızı ve soğuktan ölmemizi önledi.

Türkiye Cumhuriyeti Maliye Bakanlığı, 1963'den 1974'e kadar neredeyse her bir Kıbrıslı Türk aileye bir şekilde, ya Mücahit maaşı olarak, ya memur maaşı olarak ya da sosyal yardım parası olarak bir şekilde aralıksız ve düzenli olarak para gönderdi ayakta durabilmemiz için. O dönemde herkes otuz Kıbrıs Lirası aylık maaş alıyordu ayırımsız, ne iş yaptığına ve hangi makamda oturduğuna bakılmaksızın.

Bunların hepsinin kökeninde T.C. Büyükelçiliğinin yılmadan çalışması ve bizlerle iç içe olması yatıyordu. 

20 Temmuz 1974 Barış Harekatı yapılana kadar, bize soykırım uygulayan Makarios hükümeti Kıbrıslı Türklere ve Kıbrıs'taki Türk bölgeleri ile köylerine on paralık yatırım yapmamıştı. Ada üzerindeki tüm Rum köylerinin yolu asfalt yapılıp bu köylere su ve elektrik götürülürken, halkının tümü Kıbrıslı Türk olan hiç bir Türk köyünün köy yolu asfaltlanmamış, köye de ne elektrik getirilmiş, ne de su bağlanmıştı.

Türk bölgeleri ve köylerinde yaşayanlar işsiz ve parasız kalmasınlar diye neredeyse herkes ya devlet memuruydu ya da Mücahit olup asker maaşı almaktaydı. Bu nedenle de Mücahitlik adeta bir meslek olmuştu. On veya onbeş yıl er olarak Mücahitlik  yapıp emekli olan bir çok insanımız var bu nedenle. Zaten Anavatan Türkiye bizlere arka çıkmayıp böylesi bir olanak yaratmasaydı, bir çok Kıbrıslı Türk işsizlik nedeni ile adayı terk etmek zorunda kalacaktı. Yani şimdi bulduk da bunuyoruz. İstihdamı ve maaşları düzenleyen yasaya "Göç yasası" adını takıp bir çok olumsuz atraksiyon yapan kişiler, Makarios'un adadan Türkleri kaçırmak için uygulamaya koyduğu gerçek "Göç Yasası"nı unutmuşa benziyorlar maalesef.

Soykırıma uğradığımız o kötü yıllar içinde Türkiye Milli Eğitim bakanlığı tüm üniversitelerin kapılarını Kıbrıslı Türk gençlerine açmış, mücahitliğini yapan her Kıbrıs Türk erkeği, liseyi bitiren her kız öğrenci istediği üniversitenin istediği bölümüne girip yüksek öğrenimine devam edebilme imkanına kavuşmuştu. Mezuniyetten sonra adaya geri dönenler bir şekilde istihdam ediliyor, maaşları Türkiye'den gönderiliyordu. Türkiye'de kalmak isteyene de tüm kolaylık sağlanıyor, çalışma izinleri kolayca verilip tüm kapılar ardına kadar açılıyordu.....

Anavatanımız Türkiye'ye geçmişi unutarak uzatılan dilleri, söylenen sözleri duydukça 20 Temmuz 1974 Cumartesi günü Mutlu barış harekatı olmasaydı, geleceğimiz ne olurdu diye düşünmekten de kendimi alamıyorum.

Yunan Cuntası darbeyi yapıp, Nikos Sampson'u "Kıbrıs Helen Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı yaptıktan sonra, Kıbrıslı Türklere isyan etti denilerek sudan bir bahane ile Türklere saldırılacak ve aynen yüz sene evvel yaptıkları gibi adayı kısa bir zaman dilimi içinde Türklerden arındırıp Yunanistan'a ilhak edeceklerdi.

Bu plan zaten yazılı olarak ele geçti ve adı da "Iphestos Planı"ydı. Uygulanacağı kesinlik kazanmış bir plandı ve bugün Türkiye'ye dil uzatmayı marifet sayan kişiler doğamamış olacaklardı anne ve babaları çoktan hayata veda ettiği için...

Aklımdan geçen ikinci soru ise "Yunan Cuntası 15 Temmuz 1974 günü darbe yapmamış ve Türkiye'de müdahale etmemiş olsaydı geleceğimiz nasıl olurdu?"

   Makarios'un 1968 tarihinde uygulamaya koyduğu Kıbrıslı Türkleri ekonomik ambargo altında ezip göçe zorlamak ve adayı Kıbrıslı Türklerden kansız bir şekilde temizlemek senaryosu daha 2000'li yıllara gelmeden meyvesini vermiş olacaktı.  Bu süre zarfında hasbelkader anasından babasından kendisine bir ev kalmış kişiler, bu evin uğruna Rum'un boyunduruğu altında yaşamayı tercih edip belki adada kalacaklardı ama gençler illaki göç edecekti işsizlikten,  parasızlıktan ve Türk bölgelerindeki mahrumiyetten dolayı. Yunanistan'ın hala daha uygulamaya devam ettiği yurtdışına giden batı Trakyalı Türkleri vatandaşlıktan atma uygulamasını Rumlar da uygulamaya koyacaklar ve kendi yarattıkları hukukun arkasına saklanıp, adanın Türklerden temizlenmesini iyice hızlandıracaklardı.     

Başımıza gelecekler ayan beyan açıkken, günümüzde her gün bir bahane yaratıp Türkiye'ye dil uzatanları anlamak mümkün değil. Geçmişi unutmuşlar ve nelerle yüzleştiğimizi, hangi badireleri Kıbrıs Türk halkı olarak atlattığımızı ve Türkiye'nin adanın kiralandığı 1878 yılından beri bizler için yaptığı fedakarlıkları ve desteği hatırlamıyorlar anlaşılan. Rumları da melek sanıyorlar, Girit'e ve 1919'da Anadolu'ya ayak bastıktan sonra yaptıklarına, Türkiye'ye karşı halen daha takındıkları düşmanca tavırlarına rağmen.   

***

20 Temmuz kutlamaları için adamıza gelen Azeri Milletvekillerinin ve bürokratların tümü ağızbirliği etmişçesine "Biz 1992'de de KKTC'ye gelmiştik. O yıla göre olağan üstü bir gelişme var KKTC'de. Nasıl yaptınız, neler üretip sattınız da bu denli geliştiniz" diye soru sordular bana.

Ben de onlara "Türkiye gibi bir anavatanımız var. Her koşulda yanımızda ve bizden hiç bir desteğini esirgemiyor. Gördüğünüz tüm yollar, elektrik dağıtım sistemi, telekomünikasyon, hava alanları, deniz limanları, camiler, devlet binaları, hastaneler ve benzeri tüm alt yapılar Türkiye tarafından finanse edilerek yapıldı. Bunlara bizim herhangi bir katkımız yok. Üniversitelerimize öğrenci desteği Türkiye tarafından yapılıyor ve ambargoya rağmen diplomalarımızın tanınması Türkiye'nin Yüksek Öğrenim Kurumu tarafından sağlanmakta.Memurlarımızın maaşlarına ilaveten emeklilik primleri ve emeklilik ikramiyeleri bile Türkiye tarafından karşılanmakta, Polisimizin ve askerimizin tüm maaşlarına ilaveten tüm savunma harcamalarımız da Türkiye tarafından ödenmekte. Yaptığımız deve de kulak misali ihracatın navlun katkısı bile Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği tarafından ödenmekte" yanıtını verdim. Utanmasam "bize de aynen zirzirolar (Ağustos böceği) gibi Türkiye'nin gönderdiği paraları harcamak, sağladığı olanakların da sefasını sürmek kalıyor" diyecektim ama ağzımdan çıkamadı, diyemedim.        

Şimdi Gazze'ye bakıyorum ve içim acıyor. Orada acımasızca öldürülen insanlar, yok edilen bir ırk var. Tam bir soykırım uygulanmakta Filistinlilere.

Ve iyi ki anavatanımız Türkiye var diye Allah'a dua ediyorum. Filistinlilerin maalesef Türkiye gibi bir anavatanları yok ve hiç bir Arap ülkesi kendilerine sahip çıkmıyor. Eğer bizim Türkiye gibi bir anavatanımız olmasaydı, halimiz aynen Gazze'deki Filistinliler gibi olacaktı...

Prof Ata ATUN

Şeffaf Gazete.com


DİĞER HABERLER

YAZARLAR

KONUK KOLTUĞU KONUK KOLTUĞU
 DOLANDIRICILAR CUMHURİYETİ -Timur Soykan
Engin Ertem Engin Ertem
 KENTSEL DÖNÜŞÜM SEKTÖRÜN CAN SİMİTİ
Mutlu Demirdelen Mutlu Demirdelen
 İRANLI'NIN KKTC'Yİ SİNSİ İŞGAL GİRİŞİMİ
Cansu Aksoy Cansu Aksoy
 AİLE MAHKEMELERİNİN DİKKATİNE!
Av. Remzi Kazmaz Av. Remzi Kazmaz
 AKBELEN ORMANLARI VE PARİS İKLİM ANLAŞMASI
Süleyman Yıldız Süleyman  Yıldız
 AKLIM BOSNA'DA KALDI

SİTE ANKET

TÜRKİYE'DE EN BÜYÜK SORUN NEDİR ?








EN ÇOK OKUNANLAR