Investco Davası Sadece Manipülasyon Değil, Sermaye Piyasalarının Kırılganlığı
Borsada son günlerde tartışılan, borsacı Nihat Özçelik ve onun ortaklığının da bulunduğu, Mustafa Ünal’ın ana sahipliğindeki Investco Holding dosyası, birçoklarının sandığı gibi yalnızca birkaç hisse üzerinde oynanan bir spekülasyon meselesi değil. Olay yargıya tam anlamıyla intikal ederse, ortaya çıkacak tablo sermaye piyasalarımızın temel taşlarını yeniden tartışmaya açacak güçte.Çünkü iddialar yalnızca fiyat manipülasyonu değil; çok daha derin ve zincirleme bir mekanizmayı işaret ediyor:
Cirolar ve şişirilmiş bilançolar
İştirakler üzerinden yaratılan yapay gelirler, gayrimenkul ve sabit değerlerin gerçekte olmadığı kadar yüksek gösterilmesiyle ana holdingin defter değeri yapay biçimde büyütülüyor. Literatürde buna asset overvaluation veya creative accounting deniyor.
Burada halka arzlardan önce firma cirolarının şişirilmesi, fiktif gelir kalemlerinin yaratılmasıyla birlikte vergi usulsüzlükleri, fiktif KDV trafiği ve naylon fatura ihtimalleri de artıyor.
Bağımsız denetimin aşındırılması
Kağıt üzerinde “bağımsız” görünen raporlarla şirketler olduğundan çok daha değerli gösteriliyor. Denetim raporlarının piyasada hoş karşılanacak şekilde manipüle edilmesi, şişirilmiş finansal hareketlerin, ciroların, fatura ve ihracatların bu mekanizma içinde adeta “legalleşmesi” sonucunu doğuruyor. Bu, financial statement fraud kategorisine giren en kritik risklerden biri.
Suni talep ve fiktif sermaye oluşumu
Halka arz sürecinde piyasa talebi varmış gibi gösterilmesi, hisseye yapay ilgi yaratılması, yetersiz dolaşımda hisseyle fiyatın yukarı taşınması ve ardından bu şişirilmiş piyasa değeri üzerinden yeni borçlanmalara gidilmesi. Böylece fictitious capital formation gerçekleşiyor.
İştirak zincirleriyle risk yayılımı
Vertus, Vertu ve benzeri bağlı şirketlerin yukarıdaki sarmallarla değerleri şiştikçe, holdingin bilançosu da kabarıyor. Ancak bu “kağıt üzerinde” büyüme bankalar ve yabancı fonlar için teminat oluyor. Borçlanma arttıkça sistemik risk de büyüyor. Bu risk, sonuçta perakende yatırımcıya ve onların içinde yer aldığı emeklilik ve yatırım fonlarına yükleniyor.
Yurt dışı yapılar ve asimetrik risk transferi
Offshore şirketler üzerinden mülkiyet devri yapılarak riskler gizleniyor; içeriden bilgiye sahip olanlar korunuyor, küçük yatırımcı ise zincirin en zayıf halkası olarak bütün yükü taşıyor. Bu yapılar aynı zamanda regülasyonlardan, tedbirlerden ve el koymalardan kaçmak için model haline getiriliyor. Gerçek muhataplar yurtdışında dolaylı ortaklıklar kurarken, içeride daha çok “emanetçiler” görülüyor.
Dahası, az sayıda ama çok değerli hisse senetleri üzerinden kara para transferi ve servet kaydırmaları mümkün hale geliyor. Böylece hem yurtdışından ülke içine kayıt dışı para sokulabiliyor hem de içeriden yurtdışına nakit transferi için uygun bir zemin yaratılıyor.
Kısacası, mesele sadece birkaç hisse senedinin manipülasyonu değil; sermaye piyasasının güven temellerini aşındıran bir yapıdan bahsediyoruz. Eğer iddialar doğrulanırsa, bu dava bağımsız denetimden halka arz prosedürlerine, borçlanma mekanizmalarından yabancı ortaklık yapılarının şeffaflığına kadar çok geniş bir alanı yeniden düzenlemeye zorlayabilir.
Türkiye gibi gelişmekte olan piyasalarda en kıymetli sermaye, güven ve şeffaflıktır. Eğer bu güven bir kez aşınırsa, yabancı fon da yerli tasarruf sahibi de uzaklaşır. İşte bu yüzden Investco davası yalnızca bir şirketin ya da grubun değil, bütün sermaye piyasasının sınavıdır.
Ve unutulmamalıdır ki; Borsa İstanbul’da Investco grubundan tamamen bağımsız, benzer şekilde çalışan en az üç ayrı grup daha olduğu piyasanın malumu. Bu nedenle regülatörlerin radarlarının sonuna kadar açık olması, sistemik güvenliğin korunması açısından hayati önem taşıyor.
Engin Ertem