Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
KONUK KOLTUĞU

KONUK KOLTUĞU
TÜRK MİLLETİ KANDIRILDI -Ümit Kocasakal
5 Ocak 2018, 15:17
 
Yeni bir yıla girilirken plaklar birbiri ardına çalıyor. Cızırtılar, aah o güzelim cızırtılar... Yürekler kanıyor. Güzelim siyah beyaz Türk filmleri namelerle birlikte gözlerimize doluyor. Gençliğimiz, güzelliklerimiz, değerlerimiz bir filim şeridi gibi geçiyor. Zeki Müren, Ediz Hun, Ayhan Işık, Tarık Akan, İzzet Günay, Göksel Arsoy, Emel Sayın, Belgin Doruk, Filiz Akın, Türkan Sultan, Vahi Öz, Hulusi Kentmen, Kemal Sunal ve daha niceleri. Gönül penceremizden ansızın bakıp geçtiniz de, bir yangının külünü yeniden yakıp geçiyorsunuz şimdi. "Akil" olup Türk Milletinin kalbini kıranları, gözünden ve gönlünden düşenleri ise hayat ve vicdan dışarı çıkarıyor.
 
Neredesiniz, neden bırakıp gittiniz? Karanlıklarda ve pislik içindeyiz şimdi. Ne çok sevmiştik sizi, ne çok, hatırlar mısınız? Aşiyan yollarından ses versek duyar mısınız? Biliniz ki, sizi ömrümüzün sonuna kadar "seviciğiz".
 
ÜLKEYİ TERK ETMEYİ DÜŞÜNMEZDİK
 
Bizler için öğretmen Mahmut Hocaydı: "Kendinize eli sopalı bir yardımcı bulun. Ben tüccar değilim, eğitimciyim" derdi. Beden öğretmenleri eşofman giyen kız öğrencilerinden "tahrik" olmazdı. Çünkü bakmazdı o gözle, yer değiştirmemişti organları... Gözümüz arkada olmazdı çocuğumuz yurttaysa. "Sapık" deyince Hitchkok'un filmi gelirdi aklımıza, başka şey değil. Türkiye şeyhler, müritler, mensuplar, meczuplar, "sapıklar" ülkesi değildi. Çıkmazdı, çıkamazdı böyleleri köy enstitülerinden, öğretmen okullarından. Kindar değil, sevgi dolu, bilime inanan, çevresine saygılı nesiller yetiştirmekti amacımız. Hakim deyince Hulusi Kentmen'i bilirdik: Kimseden emir ve talimat almayan, sert ama babacan, bilge, tonton, adil, vicdanlı. Atlet değiştirir gibi insan değiştirmek yoktu. Ulaşılamaz kadındı küçük hanımefendi. İyiler hep kazanırdı. Kötü ise kötüydü ve kazanamazdı. Fakir ama mutluydular, mutluyduk biz de onlarla. Ortak bir vicdanımız vardı, değerlerimiz, duygularımız. Birilerine kanmazdık, kandırmazdık. Ortak vicdanımız dokunulmazdı ve birlikte kanardık. Paylaşırdık acılarımızı. Otobüslerde kimse kimseyi tekmelemezdi, yer verilirdi. Önemli değildi giyimimiz, kuşamımız, inancımız, etnisitemiz, bölgemiz. Yurttaştık. Yetiyordu bize aynı coğrafyayı paylaşmak, aynı şarkıları, aynı kaderi ve kederi taşımak. Henüz beton imparatorluğu yoktu, isim kazınırdı ağaçlara. Gözyaşlarımız içtendi, mendillerimiz kolalı. Aynı şarkılarla üzülürdük, ağlardık aynı şarkılarla. Şarkıların, filmlerin ve duyguların da etnisitesi, mezhebi, partisi yoktu. "Reis" deyince takasıyla balıkçı Kadir Savun'u bilirdik. Çünkü bir devletimiz, hukukumuz, kurallarımız vardı. Erol Taş ve Lale Belkıs melekti aslında. Seçimleri birlikte izlerdik kahveden ve kim kazanırsa kazansın kimsede olmazdı yenilmişlik duygusu, düşünmezdik ülkeyi terk etmeyi. Parmaklarımız o gün boyalıydı. Girmezdi sandıklara fare, kedi, nifak. Bir "Yüksek" Seçim Kurulumuz vardı talimatını hukuktan, "yüksekliğini" bağımsızlığından, tarafsızlığından, cesaretinden alan! Gerçek hakimlerimiz, savcılarımız vardı. Pirincimiz vardı, mercimeğimiz, buğdayımız, tütünümüz, pamuğumuz, yerli tohumumuz. Meralarımız vardı, kekik kokardı etimiz. Yeterdik kendi kendimize. Şimdi hiçbiri kalmadı. Çalışsa da ayıptı ve suçtu "çalmak", marifet "çalmadan" çalışmaktı... Ha bu arada "sızma" deyince zeytinyağı, "paralel" deyince geometriden başka şey gelmezdi aklımıza.
 
Hacivat Karagöz deyince ekran soytarıları değildi izlediğimiz. Uğramazdı semtimize kulak-burun-boğaz hastalıkları milli bayramlarda, 10 Kasımlarda… Birlikte kutlardık coşkuyla. Tarihimizle gurur duyar, meclisimize, yargımıza, ordumuza, yani kurumlarımıza güvenir, kurallarımıza inanırdık. Kanunu bilir, kanuna inanırdık. Yoktu "yok hükmünde" kararnamelerimiz, fetvalarımız. Atatürk'ü, Lozan'ı, Cumhuriyeti, federasyonu, eyaleti tartışmazdık. Açılıp saçılmazdık açılımlarla! Camilerimiz siyasi propaganda yeri ve ayrıştırma aracı değildi o zamanlar, birleştirici mabetlerdi.
 
"DUBLE" YOLLAR İYİ AMA...
 
Artık küresel planlanmış bir bağ-bozumudur yaşanan, aramızdaki o güçlü bağların bozumu... Ülkenin geleceği için yaşamsal olanlar dahil düşünmeden, serinkanlılıkla tartışmadan, aynı gemide olunduğu unutularak birbirine bağırıp söven, yandaşlık ve karşıtlık üzerinden tezahüratlar yapan iki karşıt tribündür artık Türkiye. Ruhları parçalanmış insanların ülkesi. Oysa hiçbir şey parçalanmış bir ruha benzemez, çünkü orada protez yoktur... Mümkün değildir organ nakli de. Yollar, köprüler yapmak güzeldir ama gönül köprülerini yıktıktan sonra ne fayda? "Duble" yollar iyi ama yolsuzluk da "duble" olduktan sonra ne fayda...
 
Şimdi ise boğazımızda düğümlenen hıçkırık kaldı geriye o günlerden. Bizler mi, yoksa zaman mı değişti, o güzel günler hangi köşelerde gizlendi? Bir küresel el ve "milli" görünümlü "gayrı milli" yerli işbirlikçileri bizi biz yapan değerlerimizi çaldı, kimyamızı ve genetiğimizi bozdu. Ruhumuz bölündü, gönül köprülerimiz yıkıldı, yüreklerimiz dağlandı, parçalandı, ayrıldık, ayrıştırıldık, savrulduk. Gözlerimizin ve yüreklerimizin içine "başka" hayaller girdi şimdi. Masumiyetimizi çaldılar, hayallerimizi, şarkılarımızı, duygularımızı, birlikteliğimizi, kardeşliğimizi. Geriye kala kala anılarımız kaldı, bir de umutlarımız.
 
Vicdanı, birlikteliği yok ettiler. Temiz halkımızı, insanımızı, Türk milletini kandırdılar, siyasi ve mali çıkarları uğruna alt kimliklere hapsedip birbirine düşman ettiler. Duygularını kirlettiler. Bizi, bilgisiz, kaba, cahil ekran soytarılarına, kalemlerini satıp kiraya veren "ölü canlar"a mahkûm ettiler.
 
Bazı kanserler vardır ki, tedavisi erken teşhis ile dahi mümkün değildir. Bunların en başında da "karakter kanseri" gelir. Yaşarken öldürür. Ana belirtileri cehalet ve bilgisizlik, belli bir fikre sahip olmama, buna rağmen bilmediği her konuda ahkâm kesmek, ilkesizlik, güce ve efendisine tapma, kalemini ve vicdanını kiralama, ortamdan istifade ile cebini doldurma. Bu kanser çok yaygınlaştı. Akıl ve bilim sürgüne gönderildi. Yerine gelen ise yalan, dolan, kandırma, kandırılma, hurafe ve her türlü kutsalın insafsızca bir vampir gibi sömürülmesi. Cumhuriyet ışığının zayıflaması ile karanlık köşelerinden fırlayan haşerat kol gezmekte.
 
TÜRKİYE'Yİ DE GÜZELLİK KURTARACAK
 
Bir umutsuzluk değil bu duygular, aksine gerçek duygularımızı, kimliğimizi anlamak, anımsamak ve özlemek. Yani geleceği inşa etmek için geçmişten ve güzelliklerden güç almak. Şarkılar devam ediyor, yol gösteriyor. Hayat bayram olabilir oysa güzel yurdumda, insanlar el ele tutuşabilir ve birlikte uzanabilir geleceğe, sonsuza. İnanın çok zor değil. Bütün Türkiye buna inansa, ah bir inansa...
 
Şarkıda söylendiği gibi Türkiye'yi de güzellik kurtaracak ve bir insanı sevmekle, ama sevmekle yetinmeyip onu daha iyi anlayıp ona kulak vermekle, her alanda tekrar O'na dönmekle, O'nun yolunda yürümekle başlayacak yine her şey: O insan, o büyük insan ise Atatürk'ten başkası değil.
 
Evet Türkiye'yi yine Atatürk ve Cumhuriyet değerleri, kuruluştaki ruh kurtaracak ve bu karanlıktan çıkaracak. Ama sözle değil, eylemle. Ve bu eylem lafta değil, her ortamda Atatürk'ü, onun ilkelerini kararlılıkla savunup hayata geçirerek, bu kararlılığa sahip insanlara sahip çıkarak, destek vererek, sahte ve maskeli "söylem" Atatürkçülerini iyi görüp reddederek, "kral çıplak" demekten, lafı dolandırmadan doğruları söylemekten korkmayarak olacak. Türlü çarpıtmalarla Atatürk'ü yan yana gelemeyeceği kişilerle yan yana getirmeye, resimlerini indirmeye, izlerini silmeye çalışanlara kim olursa olsun hak ettikleri tepkileri vererek ve buna önce "ev" den başlayarak! Kişiler üzerinden değil fikirler üzerinden tartışarak. Karşıtlıklardan ziyade ilkelerden ve kimliklerden beslenerek... Sesi değil sözü ve fikri yükselterek. Söverek değil, anlatarak. Günü kurtarmaya yönelik yapay ittifaklarla değil, fikri birlikteliklerle. Soyut ve genel geçer sözlerle değil somut ve bütüncül önerilerle. Her şeyden önemlisi fiziken ve fikren "işgal" altındaki kurumlarda bu işgale son vererek.
 
"GAYRI MİLLİ" BU OYUNU BOZACAĞIZ
 
Kendini "çok güçlü", yenilmez zannedenler aslında güçlü değil ve güçsüz gibi görünenler de gerçekte çoğunluk ve çok güçlü. Mesele bu gücün farkına varmak ve harekete geçirmekte. 
 
Mücadele ve umut hiç bitmeyecek. Ta ki, ülkeye yeniden Cumhuriyet değerleri, heyecanı ve coşkusu; bağımsızlık tutkusu, üretim, planlama, kalkınma, çağdaş ve bilimsel eğitim, emeğe ve değerlere saygı, halkçılık, akıl ve bilim, yurttaşlık bilinci, hukuk, hukuk güvenliği, sorumluluk içerisinde hak ve özgürlük egemen olana dek. Senaristi ve yönetmeni küresel, yapımcısı "milli" görünümlü "gayrı milli" bu oyunu bozacağız. Özümüze dönerek, yeniden "kendimiz" olarak yitirdiğimiz masumiyetimizi, değerlerimizi, ülkemizi, devletimizi, anayasamızı, yargımızı yeniden, hep birlikte geri alacağız, yeniden kazanacağız. İşte o zaman çocuklarımızın yüzüne daha bir rahat bakabileceğiz. İyi bir yıl ve yıllar, temenniyle gelmez. Kurtuluş kuruluşta ve fikirde…
 
Şarkıda söylendiği gibi "Nasıl başlarsa fırtına. Öyle diner birden bire. Bir ışık parlar yeniden, karanlıklar arasından. Umudu kesme yurdundan".
 
O "ışık" orada bir çift gözde parlıyor. Bakmasını ve görmesini bilmek gerek.
 
Prof. Dr. Ümit Kocasakal

 

YAZARA AİT DİĞER YAZILAR

YAZARLAR

KONUK KOLTUĞU KONUK KOLTUĞU
 DOLANDIRICILAR CUMHURİYETİ -Timur Soykan
Engin Ertem Engin Ertem
 KENTSEL DÖNÜŞÜM SEKTÖRÜN CAN SİMİTİ
Mutlu Demirdelen Mutlu Demirdelen
 İRANLI'NIN KKTC'Yİ SİNSİ İŞGAL GİRİŞİMİ
Cansu Aksoy Cansu Aksoy
 AİLE MAHKEMELERİNİN DİKKATİNE!
Av. Remzi Kazmaz Av. Remzi Kazmaz
 AKBELEN ORMANLARI VE PARİS İKLİM ANLAŞMASI
Süleyman Yıldız Süleyman  Yıldız
 AKLIM BOSNA'DA KALDI

SİTE ANKET

TÜRKİYE'DE EN BÜYÜK SORUN NEDİR ?








EN ÇOK OKUNANLAR